ALTIN ÜÇGEN: OKUMA, YAZMA, KONUŞMA
Nasıl ki ALTIN (Au) metali, PASLANMAZ veya KOROZYON denilen olumsuz kimyasal tepkimeye karşı dayanıklıdır (bütün özelliklerini seneler, yüzyıllar, hatta çağlar boyunca azalmadan korur); 7’den 77’e biz insanlar için de kıymeti hiç azalmayacak, hatta gün geçtikçe değeri artacak (bir nevi Altın gibi) şu 3 insani yeteneği; gelin editörlerimizden Dış Ticaret Danışmanı Fazıl Alasya‘nın kaleminden dinleyelim:
Bu makale özellikle gençlere yöneliktir. Ülkemizin büyümesini ateşleyen “üç motoru” ele almaktadır.
Modern hayatın akışında insanın kendini ifade ettiği üç temel faktör vardır. Bunlar; OKUMA, YAZMA ve KONUŞMADIR.
İlk bakışta sizlerin şaşırdığını ve içinizden “yahu, ilk okulda bunları zaten öğreniyoruz” dediğinizi duyar gibiyim.
Hayır dostlar, benim asıl kastettiğim Türkiye’nin “kültür omurgasıdır”. Şöyle bir çevrenize bakınız; metroda, otobüste, kafelerde, salonlarda bizim insanımız neler okuyor, kalemi veya klavyesiyle ne yazıyor. Geleceğimizi bağladığımız gençlerimiz nasıl ve neler konuşuyor hiç gözlemlediniz mi ?
Akıllı telefonlar, internet… Teknolojik gelişmelerin paralelinde “hızlı ol ve tüket” sloganıyla şekillenen 21. yüzyıl toplumunun olmazsa olmazları… İnsanoğlunun “biz bunlar yokken ne yapıyormuşuz?” diyecek kadar vazgeçilmezleri arasına giren bu iletişim araçlarında en uğrak adres ise sosyal medya. Bu alan günümüzde o kadar etkili ki özellikle gençlerin yaşam tarzlarını, tercihlerini hatta konuştuğu dili bile değiştirebiliyor. Birbirlerine attıkları kısa mesajlarda sesli harflere ihtiyaç duymayan, en fazla 100 kelime ve sadece kendilerinin anlayabildiği yeni bir dil kullanan farklı bir nesil ortaya çıktı. İşin acısı, bu yeni trend sadece yazışma değil, iletişim dili haline de geldi.
Türkçemizin karşılaştığı bu yeni tehlikeye Üsküdar Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Abulfez Süleymanov şöyle yaklaşıyor : “Konuşma dilindeki doğallığın bir kültür ve edebi dil olan yazılı dil için geçerli değildir, çünkü yazının kendine mahsus bir ciddiyeti vardır ve her ne şartta olursa olsun sululuğu kaldırmaz”
Ergenlik dediğimiz “ateş çemberine” ortaokuldan itibaren giren yavrularımız, haliyle değişime uğruyor. Kişiliğini oluşturmaya başlarken, çevresinde arkadaşlarla buluşuyor. Bu arkadaş gruplarında ise ayrı bir sosyal hava/statü gelişiyor. İşte tam burada ileriki yılların kültür tohumları atılıyor. Aileden düzgün eğitim aldıysa ve grubundakiler de aynı ayarda ise, o gençte okuma alışkanlığı başlar.
Günümüzde çok sayıda insanın okumaya karşı soğuk durduğunu görüyoruz. Nedenini sorduğunuzda, “işlerden vakit bulamadığını” veya “okumaktan sıkıldığını” ya da “kitaplara bütçe ayırmanın zor olduğunu” söyleyecektir. Halbuki bunların hepsi kanımca mazerettir. Herkes farkındadır, batı toplumu trende, otobüste ve plajda mutlaka bir şeyler okur. Ancak, aynı mekanlarda bizim insanımız ise ya uyuklar, ya da cep telefonlarının magazin dehlizinde kaybolur. Geçim derdindeyken kitap almanın zor olduğunu savunanlar ise, sigaraya, pahalı cep telefonuna ve diğer gereksiz isteklere rahat para ayırabiliyorlar. Bu çelişkiyi anlamak çok zor.
Ben, okumayı sevmeyen/sıkılan gençlere önce polisiye ile başlamalarını öneriyorum. Çünkü, polisiyede bilinmeyenin çözüm arayışı ve heyecanı vardır. Konuya kendinizi kaptırır ve zamanla okuma alışkanlığı kazanırsınız.
Okuyan insanın beyninde daha fazla bilgi, kelime ve hayal gücü oluşur. Bunun sonucunda da yazma isteği harekete geçer. Biraz tarih merakı olanlar bilir, Avrupa medeniyetinin yazılı kaynakları zengindir. Onlar gelecek nesillere bir pusula-miras bırakmaya dikkat ederler. Halbuki Osmanlı, hatta Cumhuriyette bile yazılı kaynak bırakma alışkanlığı zayıftır. Günümüzde nice başarılı iş adamı, sporcu, sanatçı, siyasetçi ve ekonomist, yaşadıklarıyla ilgili tecrübelerini kitaba dökmeyi düşünmez. Kısaca, yazmak Türk toplumunun okumaktan sonraki en büyük eksiğidir. Kalkınma hamlemizin altyapısı okumayla başlar.
Okuyan beyinler daha iyi düşünür, hayal eder ve araştırır! Araştıran kişi ise geliştirir ve sonunda üretir.
Amerika, Avrupa, Japonya ve Çin’in teknolojik başarıları ve ülke zenginliklerinde hep bu zincir vardır.
Türk insanının başarılı olması için, okuma-yazma alışkanlığı daha ortaokul sıralarında başlamalıdır.
Atatürk, dehasının altyapısını 6000 civarı kitaba sahip olmasıyla hazırlamıştır. Şöyle biraz düşünün, bir insan 57 yıllık hayatının 30 yılını savaşlarla geçirirken, ne zaman fırsat bulup bu kadar kitap okuyabildi. Tarih konusunda çok kitap okuyan Atatürk’e bir politikacı “Samsuna kitap okuyarak mı çıktın” deyince, ona şu cevabı vermişti : “Ben çocukluğumdan beri elime geçen her kuruşla kitap aldım. Bu olmasaydı, bu yaptıklarımı yapamazdım”. Sanırım Atatürk’ün bu okuma enerjisi ve fedakarlığı, sonuçları açısından günümüz gençliğine güzel bir örnektir.
Gençler ; yazmayı gözünüzde büyütmeyin ve öncelikle “günlük tutma” ile işe başlayınız. Günlükte, aklınıza ne gelirse yazın. Duygularınızı, öfkenizi, sevginizi, yaşadığınız bir olayı, gördüğünüz filmi üşenmeden kağıda dökün. Ortaya çıkacak sonucu görünce önce siz şaşıracaksınız. Çünkü, beyniniz ve ruhunuzda sakladıklarınız gözlerinizin önüne düşecektir.
Ünlü eğitimcimiz Ali Fuat Başgil, “kişinin kıymeti, dilinin altında ve kalemin ucunda gizlidir, onu söz ve yazı, açığa vurur” diyerek önemli bir vurgulama yapmıştır.
Günümüzde kentleşme sosyalleşmeyi de beraberinde getirmiştir. Buna bağlı olarak hepimiz bir yerlerde konuşma ortamlarına katılırız. Okullarda, iş mülakatlarında, konferanslarda, ikili ilişkilerde dikkatimizi çeken şey, toplumumuzun genelde suskun kalmasıdır. Siyasette ve sporda bülbül kesilen insanımız, sıra mesleki konulara gelince ürkekleşmektedir. Burada bilgi noksanlığı olduğu kadar, düzgün konuşma becerisi eksiği söz konusudur.
Sonuç olarak, düzgün konuşmanın altyapısında düzenli okumak ve yazmak vardır.
“Altın Üçgen”, geleceğimizin umudu olan gençlerimizin elindeki hazinedir. Ülkemizin büyümesini ateşleyecek bu hazine ise, Okuma,Yazma ve Konuşma’dır.
Fazıl Alasya / Hayatımızın Lezzetleri / 21.01.2020